Travma sonrası stres bozukluğunu tanımlamadan hemen önce travmanın ne olduğunu bilmek önemlidir. Travma nedir?

Travmayı genellikle travmatik olaylar denilen bazı durumlarda (sel, felaketler, yakın bir kişinin kaybı, tecavüz, işkence, vb.) yaşanan yoğun duyguların tanımı olarak biliriz. Fakat yapılan araştırmalar doğrultusunda travma tanımının daha açıklayıcı yorumları da bulunmaktadır. Bağımlılık ve travmalar üzerine araştırmalarını sürdüren Dr. Gabor Mate travmayı şöyle tanımlamaktadır: ‘’Travma başımıza gelen felaket olaylar değil, başımıza gelenler sonucunda içimizde yaşadıklarımızdır’’. Travma denildiğinde muhakkak bir felaket, istismar ya da ihmal vakaları yaşamış olmak gerekmez. Keza her felaket ardında bir travma bırakacak diye bir kanı da yoktur. Örneğin, herhangi bir istismar ya da ihmale maruz kalmamış bir çocuğun ebeveynlerine karşı küçük bir arzusunun reddedildiği bir an düşünelim. Bu durumda yaşanmış yoğun duygular bir başkasıyla paylaşılmadığında ve çocuk kendine kulak verecek birini bulamadığında duyguları içinde sıkışıp kalabilir. Çoğumuz tarafından ‘’küçük’’ diye adlandırılan bu durum akabinde bir travmaya dönüşebilir. Kısaca travma kavramı daha çok kişiye özel ve sübjektif bir alandır.

Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ise böyle durumlara maruz kalınmasıyla gelişebilen, şiddetli bir kaygı bozukluğudur. Travmalar beyinde savaş, kaç ya da don tepkilerini uyandırarak olayın bir daha tekrar etmesine karşı vücudu sürekli bir alarm haline geçirir. Travma ne kadar şiddetliyse, yani kişide etkisi ne kadar derinse, TSSB gelişme riski de o kadar fazla olur. Bunun yanında travmatik olaylara her insan aynı tepkiyi göstermeyebilir. Travmaya bir anlam yüklenmesi kişisel yatkınlıkla (medeni durum, sosyoekonomik düzey, eğitim düzeyi, kişilik faktörleri, vb. gibi), kişinin geçmişinde yaşamış olduğu olaylarla, strese karşı mücadelesiyle ve genetik yapısıyla da ilgilidir. Bu tür özelliklerin de travmanın gelişip gelişmeyeceğini belirlemede etkisi vardır.

Travma sonrası stres bozukluğu oldukça eski zamanlara dayanmaktadır. Truva savaşına kadar giden bu bozukluğu insanlar o zamanlarda “asker kalbi” deyimiyle adlandırmıştır. O dönemde savaşa katılan askerlerin bedensel ve ruhsal yorgunluklarını temsil eden bu tanım 2. Dünya Savaşı’ndan sonra daha anlamlı olmaya başlamıştır. 2. Dünya Savaşı döneminde DSM-1’de “Büyük Stres Reaksiyonu” adıyla kendine yer bulan rahatsızlık, DSM-2’ye geçerken isim değiştirmiş ve “Geçici Ruhsal Bozukluk” adını almıştır. Bu durumun bugünkü ismini almasına neden olan bir diğer önemli olay ise Vietnam Savaşı olmuştur. DSM-3’de bu nedenle günümüzde de kullanılan ismi olan “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” halini almıştır.

Vietnam Savaşı’ndan sonra yapılan araştırmalarda savaştaki Amerikalı askerlerin %20’sinde, savaşta esir olanların %50’sinde travma sonrası stres bozukluğu görüldüğü rapor edilmiştir.

Travma türlerinin de insanların TSSB geliştirmesinde etkisi olduğu görülmüştür. İnsanlar doğa kaynaklı travmalar karşısında daha az TSSB geliştirirken, insanlarla olan etkileşimlerinden kaynaklanan travmalar geliştirme olasılıkları daha fazladır.

İnsanların hayatları boyunca en az bir travmatik olaya maruz kalma ihtimallerinin %80 ile %100 arasında olduğu bilinmektedir. Bu travmatik olayların ne olduğu cinsiyetler arasında farklar göstermektedir. Kadınlarda travma sebebi olarak genellikle cinsel saldırılardan, erkeklerde ise kazalardan söz edebiliriz. Bu durumlara göre TSSB geçirme yüzdeleri de farklılık göstermektedir. Yapılan çalışmalarda kadınların TSSB geliştirme oranı %10.4 ile %19 arası gösterilirken erkeklerde bu oran %5 ile %10 arası olarak raporlanmıştır.

Sosyal medyada The Holistic Psychologist olarak tanınan Dr. Nicole LePera, travmalar üzerine yaptığı araştırmalar doğrultusunda dört travma tepkisini; savaş, kaç, don ve ”fawn” diye tanımlanan travma yanıtlarının davranışlara nasıl yansıdığını aşağıdaki görselde şöyle açıklar:

TSSB’de Beyin İşlevlerindeki Değişimler

Travma sonrası stres bozukluğu, adından da anlaşılacağı üzere bir stres ve kaygı bozukluğudur ve beyindeki stres hormonunun artışa geçmesine sebebiyet vermektedir. Onun dışında, beynin temporal lobunun derinliklerinde bulunan amigdalanın işlevlerinin artmasına ve dolayısıyla da savaş, kaç ya da don tepkilerinin daha aktif olmasına neden olur. Amigdala duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin oluşmasında önemli bir role sahiptir.

Hipotalamus, susama ve acıkma hislerinin merkezi olup vücut ısısını ve kan basıncını ayarlayan bölgelerden biridir. Dolayısıyla daha fazla adrenalin hormonu salgılaması için böbrek üstü bezlerini  uyarır. Hipokampus ise beynin hafıza merkezidir. Kısa süreli hafızaya alınan bilgilerin uzun süreli hafızaya aktarılmasında görev alır. Hipokampus, yaşanılan anıların olaylarla ilişkilendirilmesinde ve kişinin yön bulma duyusunu kontrol etmede de önemli bir rol oynar. Hipokampus etkinliklerini azaltan ve stres hormonlarını salgılayan TSSB, kişinin karar alma yetkisini azaltır. Zihni alarm durumuna alır. Ayrıca travmalar prefrontal korteksin işlevleri üzerinde de etkiye sahiptir. Kişiliğin, davranışların, plan yapma ve karar alma gibi karmaşık süreçlerin etkilenmesine sebebiyet verir.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Travma sonrası stres bozukluğu, genellikle travmayla karşılaşıldığında veya birkaç yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Belirtiler stabil bir grafikte seyretmez. Zaman zaman artıp azalabilir, dalgalı bir tablo vardır.

  • Uyku bozuklukları
  • Her an tetikte olma
  • Abartılı irkilme tepkimeleri
  • Odaklanmada güçlük
  • Saldırganlık, çabuk sinirlenme, öfke patlamaları
  • Yabancılaşma, çevresindeki insanlardan kopma

Yukarıdaki belirtilerden en az ikisinin, travmaya sebep olan olaydan sonra görülmesi beklenir. Bu belirtiler birkaç hafta içinde kendiliğinden kaybolabileceği gibi aylarca veya daha uzun vadede devam edebilir.

Travma yaşayan kişi travmadan sonra o anları istemsizce sık sık aklına getirebilir. Olayla ilgili görsel ve duyusal hafızasında kalanları tekrar duyumsayabilir. Bu tür anımsamalarda kişilerde fizyolojik tepkiler (titreme, terleme, çarpıntı) ortaya çıkabilmektedir.

Kendilerini sürekli tetikte hisseden kişiler, en ufak sese abartılı tepkiler verebilirler. Kendilerini güvende hissetmezler. Uykuya dalmada güçlük yaşarlar ve en ufak sese uyanabilirler. Her duruma karşı tedbirli yaklaşma eğilimleri gösterirler. Travmalarını hatırlamalarına neden olacak yerlerden, ortamlardan, kişilerden kaçınırlar.

Sadece kendi başımıza gelen travmatik olaylar değil; çevremizdeki insanların başına gelen travmatik olaylara yakından tanıklık etmek, bu olayları duymak ya da olayların travmaya sebep olabilecek detaylarına sürekli ve açık şekilde maruz kalmak da travma sonrası stres bozukluğu gelişmesine neden olabilir.

Travma sonrası stres bozukluğu sıklıkla diğer psikolojik rahatsızlıklarla karıştırılmaktadır. TSSB’yi diğerlerinden ayıran iki önemli nokta vardır. TSSB genellikle diğer psikolojik rahatsızlıkların biriyle beraber görülmektedir. Yapılan bir çalışmada çoktan aza doğru sırasıyla depresyon, fobik bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk (OKB), panik bozukluk ve alkol bağımlılığı ile birlikte görülebildiği raporlanmıştır.

Bunun dışında TSSB birçok hastalığın ortak noktasında bulunmaktadır. Bu hastalıklara depresyon, anksiyete, psikotik bozukluklar ve kişilik bozukluğu örnek verilebilir.

Travmadan sonra kişilerde madde/alkol bağımlılığı, kaygı bozuklukları, depresyon, yeme ile ilgili bozukluklar ve kişilik bozuklukları meydana gelebilmektedir.

TSSB’de Kullanılan Tedavi Yöntemleri

İlaç kullanımının yanında psikoterapi de oldukça önemlidir. Tedavide SSRI adı verilen antidepresanların kullanımının faydalı olduğu görülmüştür. Fakat ilaç tedavisi bittikten sonra TSSB tekrar edebilmektedir.

Psikolojik tedavi olarak ise en fazla tercih edilen yöntem maruz bırakma yöntemidir. Korkuların azdan çoğa doğru bir sıralaması yapılır ve terapist eşliğinde kişinin korkularıyla yüzleşmesi istenir. Bu yöntemle kişinin tetikleyici uyaranlara verdiği aşırı tepkilerin ve kaçınmanın azaltılmasıyla birlikte kaygıyla baş edebilmeyi öğrenmesi istenmektedir. Kaçınılan yerde veya hayali bir maruz bırakmayla bu tedavi uygulanabileceği gibi teknolojik gelişmelerden faydalanarak sanal gerçeklik teknolojisi kullanılarak da tedavi uygulanabilir. Yapılan çalışmalarda maruz bırakma tedavisinin, ilaçlardan daha etkili olduğu belirtilmiştir.

Bunların yanında daha yakın bir zamanda kullanılmaya başlanmış olsa da TSSB tedavisinde en etkili yöntemlerden birisi de EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing – Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tedavi yöntemi Amerikalı psikolog ve eğitimci Dr. Francine Shapiro tarafından geliştirilmiştir. Bu tedavide amaç strese sebep olan düşünce, duygu ve tetikleyicilerin ortadan kaldırılmasıdır. EMDR sayesinde uykusuzluk, kabus, anksiyete ve travmaya sebep olan hatıralar azaltılabilir veya tamamen yok edilebilir. Tedaviyi uygulayan kişinin bu terapi için yeterli eğitimi almış olması da oldukça önemlidir. EMDR terapisi uygulanırken kişi bilinçlidir. Danışanla beraber travmaya sebep olan anılar belirlenir ve o anıların düşünülmesi istenir. Anıların düşünüldüğü sırada gözlerin hareket ettirilmesiyle ya da sesten yararlanılarak beynin uyarılması sağlanır. Bu uyarılma iki yarım küre arasındaki bir uyarılmadır. Bu uyarılmalardan sonra travmayla ilgili korku, kaygı, stres gibi izlerin bellekten silinmesi ve bunun yerine güvende ve güçlü olma gibi yeni bilgilerin belleğe işlenmesi hedeflenir. Bu terapinin danışanın sorunlarını çözebilmesi için birkaç seans devam etmesi gerekir. Önerilen 3 seans olsa da daha komplike durumlarda 8-10 seansa kadar devam edilmesi gerekebilir.