1950’lerden önce kabul edilen motivasyon teorileriyle birlikte anne ve çocuğun bağın tamamen çocuğun yeme, içme ve barınma tarzı basit fizyolojik ihtiyaçların anne tarafında karşılanması kaynaklı oluştuğu savunuluyordu. Secondary Drive Theory olarak isimlendirilen teori, birincil (basit) ihtiyaçları fizyolojik ihtiyaçlar, ikincil ihtiyaçların da sadece birincil ihtiyaçların sonucu olduğunu savunuyordu. Bu demek oluyor ki, bir çocuğun sevgi ve ilgi ihtiyacı tamamen ikincil ihtiyaçtı teoriye göre. Anne çocuğu besliyor, bebek anneyi seviyor. O zaman çocuğun ailesinden koparıldığı ama basit fizyolojik ihtiyaçlarının mükemmel şekilde karşılandığı bir varsayımda hiçbir problem yaşanamaz değil mi? Maalesef realite pek bu teoriyi destekleyen türden değil. Realiteyi ortaya çıkaran araştırma, İkinci Dünya Savaş’ı sonrasında ailelerinden ayrılan çocuklarla yapıldı. Ailelerinden ayrılan çocuklar karnı doysa da iyi bakım görse de bağlanma figürleriyle bağ kuramadıklarından dolayı depresif ruh hali, yüksek hasta olma eğilimi ve erken yaşta ölüm ihtimalinin artışı gibi reaksiyonlar görülmüş.

Bu araştırma ve çocukların yaşadığı trajik durum bize kurduğumuz bağların sadece fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamak için olmadığını gösterdi diyebiliriz. Bu bağ John Bowlby tarafından, “en az bir kişiyle kurulan sıcak ve devamlılığı olan bağlantı” olarak açıklanmıştır.

Peki bağlar bizi nasıl hayatta tutar?

Biz insanlar, çoğu hayvandan farklı olarak bize bakım veren (caregiver) yetişkinler olmadan büyüyemez ve gelişemeyiz. Bunun sebebini de türümüzün dişilerinin vücut yapısı fiziksel olarak daha büyük beyinli canlılar dünyaya getirmek için uygun değildir. Küçük bir beyin ve daha az kapabilite ile doğup, anne babamızın yardımıyla besine ulaşır, gelişir, sevgiye ulaşır, büyür ve öğreniriz. Bu sebeple doğduktan sonra hayatta kalmamız için diğer bireylerden bakım görme olasılığımızın yüksek olması gerekmektedir. Bu olasılığı arttıran şey ise, bizi diğer bireylerle bağlayan bir bağdır.

Özetle, insan olarak hayatta kalabilmemiz için hayatımızda bağlara ihtiyacımız vardır. Hem romantik hem sosyal hem de bize bebekken bakım veren bağlanma figürlerimiz olan bireylerle aramızda oluşan bağ hayatımıza devam edebilmemiz için gereklidir. Büyüdükçe bu bağların amacı ve sonuçları da değişir. Bebekken doğal seleksiyona karşı koymak için işimize yarayan bu bağlar, yetişkinlikte romantik ve sosyal ilişkilerimizde karşımıza çıkar. Bu farkındalık bağlanma kuramlarının ortaya çıkışını da desteklemiştir.

Bağlanma teorilerinin kaynaklarını ve hayatımıza nasıl girdiğinden bahsedelim.

Bağlanma teorisinin kökenleri John Bowlby ve Mary Ainsworth’ün araştırmalarından gelmekte. Bowlby ile başlayan teori Mary Ainsworth’ün bağlanma teorisini ampirik olarak test ettiği araştırmalarıyla gelişmiştir.

Ana olarak ele alınan en açıklayıcı araştırma Mary Ainsworth’un Strange Situation deneyidir. Ainsworth daha öncesinde gözlemsel olarak ilerlettiği başka araştırmalar da tamamlamıştır. Fakat Strange Situation araştırmasında ortaya çıkan bulgular bir önceki araştırmaların da sonuçlarını özetleyebilmektedir. Strange Situation deneyi Ainsworth’un birden fazla çocuk ve anneyle yaptığı gözleme dayalı bir araştırmadır. Deneyde çocuklar birbirinden farklı durumlarda 20 dakika süreyle dışarıdan gözlemlenmiştir. Bu deneyin sonunda Ainsworth birden fazla bağlanma türünün ve bağlanma davranışlarının varlığını ortaya koymuştur.

Fakat öncesinde bu çığır açacak ve hem araştırmalara hem çocukluk kaynaklı travmatik olaylar sonucunda yaşanan davranış bozukluklarına hem de yetişkinlik ilişkilerine bir kapı açan deneyin sürecinden bahsedelim.

Deneyde anne, çocuk, çocuğun yabancı olduğu ama oyuncaklarla dolu bir oda ve deneyde görevli çocuğun yabancı olduğu bir birey bulunmakta. Anne (yani bağlanma figürü) odaya girdiğinde ve bir süreliğine odadan çıktığında bebeğin nasıl tepkiler verdiği gözlemleniyor. Bu tepkileri çocuğun etrafını keşfetme eğilimi ve çocuğun bağlanma figürünün odadan çıktığında verdiği tepkiler çocuğun bağlanma stili hakkında ipuçları vermekte.

Ainsworth deneyi birkaç oturumda farklı şekillerde farklı bebeklerle beraber yapıyor. Aslında deneyde gözlemlenmek istenen ana davranışlar bebek anneyle beraberken nasıl davranıyor, anne odada yokken çevresini keşfediyor mu, ağlıyor mu yoksa sessiz mi kalıyor? Bir de aynı zamanda bebeklerin verdiği tepkilerin ve davranışlarının sadece odada bir birey olmasından değil, bağlanma figürüyle alakalı olduğunu test etmek için aynı durumlar odada bir yabancı varken de gerçekleştiriliyor.

Deneyin sonucunda Ainsworth aslında beklediğinden farklı bir sonuca varıyor, bir değil birden fazla bağlanma türü var! Bu bağlanma türleri anne-babanın (veya bakım veren bireyin) yani bağlanma figürünün davranışları ve tepkileriyle değişiyor. Ainsworth bu bağlanma türlerini şöyle anlatıyor:

  • Güvenli bağlanma: Bebek, anne odadayken anneyi “güvenli üs” olarak görüyor ve etrafını korkusuzca keşfediyor. Anne odada değilken güvenli üssüne olan uzaklığı sebebiyle bebek ağlamaya başlıyor ve güvenli üssüne yakınlığını arıyor. Ainsworth bu davranışları gösteren bebeklerin güvenli bağlanmaya sahip olduğunu savunuyor.

Bu davranış tipi bize yetişkin ilişkilerimizden birkaç nokta anımsatabilir. Partnerimizle aradığımız yakınlık, yakınlığa bağlı olarak keşifler, bir sorunla karşılaştığımızda partnerimizle olan iletişimimiz sonucunda rahatlamamız gibi davranışlar tanıdık geldi mi? Bebekken bakımımızı veren bağlanma figürüne gösterdiğimiz davranışların benzerlerini farklı durumlarda partnerlerimizle olan iletişimimizde de gösteriyoruz.

            Yetişkinlikte: Güvenilir ve uzun süreli ilişkiler, bireyin yüksek özsaygıya sahip oluşu, duygularını ve düşüncelerini çevresindeki insanlarla paylaşma dürtüsü, gerektiğinde yardım isteyebilme gibi davranışlarla kendini gösterebilir.

  • Kaygılı – güvensiz bağlanma: Bebek, anne odadayken anneyi “güvenli üs” olarak göremiyor çünkü kaygılı ve güvensiz bir bağa sahipler. Güvenli üs ’ünün olmadığı yabancı bir ortamda keşif davranışı da gösteremiyor. Anneye yapışık bir şekilde olduğu gözlemleniyor. Aynı zamanda anne odadan çıktığında stres tepkisi gösteriyor fakat anne odaya geri girdiğinde anne tarafından rahatlatılamıyor çünkü anne bebek için güvenli bir üs değil. Ainsworth, bu davranışın genellikle annenin düzensiz ve birbiriyle tutarsız tepkilerinden kaynaklandığını belirtiyor. Çocuğun güvenliği için gerekli olan cevaplar anne tarafından çocuğa verilmemiş.

            Yetişkinlikte: Diğer insanlarla yakınlaşmada yaşanan sıkıntılar ve çekinceler, partnerin ve arkadaşların gerçekten bireyi sevmediğini düşünme gibi davranışlarla kendini gösterebilir.

  • Kaçıngan – güvensiz bağlanma: Bebek anne odadayken anneden bağımsız olarak odayı keşfetme davranışı gösteriyor, annenin odada olup olmayışı çocuğun tepkilerini etkilemiyor. Anneden kaçınma davranışları da görülebiliyor.

            Yetişkinlikte: Diğer insanlarla kurulan ilişkilerde samimiyet problemleri, insanlarla ilişki kurmaktan çekinme, güvensizlik yaşama, duygu ve düşüncelerini paylaşmama gibi davranışlarla kendini gösterebilir. 

  • Dağınık bağlanma – ambivalent: Dağınık bağlanmaya sahip bebekler anne odadan çıktığında stres yaşayabilir, anne odaya döndüğünde rahatlamak yerine anneye kızgın davranışlar sergileyebilir. Hem annenin kucağında olmak istemek hem anneye vurmaya çalışmak hem de yüzüne bakmamak, sarılmamak davranışları görülür. Burada araştırmacıların savunduğu fikir bebeğin anne tarafından gördüğü tepkilerin çok düzensiz oluşundan kaynaklı olarak bebekte yaşanan karmaşa durumu. Anneyi hem korku hem de güven kaynağı olarak görmek çocukta dağınıklık yaratabiliyor. 

Yetişkinlikteki ilişkilerimizin veya kişiliğimizin tek kaynağı çocukluktaki bağlanma stillerimizdir demek yanlış olur, ilişkiler ve kişilik farklı tetikleyiciler tarafından da şekillenebilir ama temelinde çocuklukta aldığımız bakım kaynaklı şekillenen bağlanma stillerimiz de bulunmaktadır.

Ainsworth ’ün bu bulguları John Bowlby’nin teorisini destekleyen ilk ampirik bulgulara sahiptir, bu sebeple bağlanma kuramı dendiğinde akla ilk gelen bu herkesin farklı tetikleyiciler sebebiyle geliştirdiği farklı bağlanma stilleridir.